10 Ekim 2016 Pazartesi

EN GÜZEL 15 BARCELONA FORMASI


Her futbolseverin formalara karşı özel bir ilgisi vardır. Kimisi sade olsun der kimi alternatif formalara bayılır. Alternatif forma denildiğinde akla gelen ilk takımlardan Barcelona'nın tarihte ki güzel 15 formasını kendime göre sıraladım. Beğenmeyen taraftar sigthorsson gitsin.

15) 1992-1995 yılları arasında Koeman, Guardiola, Eusebio, Romario, Stoichkov gibi isimlerin terlettiği Kappa yapımı deplasman forması




14)  Barcelona'nın Katalan bayrağı niteliğindeki çubuklu forması



13) 2017'ye yaklaştığımız şu günlerde ısrarla Pes 13 oynayanlara tanıdık gelecek bir forma



12) Ludovic Giuly'nin hayatımda giydiğim en güzel forma dediği 2005 sezonu efes dark forması

                    

11) 1984 yılında bu formayı giyip sokağa çıkınca kızların teklif ettiği rivayet edilir



10) Barcelona'nın atık pet şişelerden üretilmiş ve yakasında, "Tots unit fem força" (Hep birlikte güçlüyüz) yazan forması listemizde 6 basamak yükselerek onuncu sırada kendine yer buluyor.

 

9) Altın ve ya gümüş rengi formayı çoğu kişi beğenmez ancak Barcelona gümüş formanın da altın formanın da hakkını verdi.

 

8) Klasik bir çubukludan, modern bir kış esintisi... Arda, Messi, Neymar, Suarez bir de sana kavuşamayan ben.



7) Barça'nın yaklaşık 30 yıl aradan sonra 2003 yılında çıkarttığı çarpraz şeritli forma, siyah üzerinde bordo-mavinin akışını resmediyor.



6) Xavi'nin efsane olacağı Barcelona'da çıkış senesi. Barcelona'da attığı ilk gol... En çok Xavi'ye yakışan forma...

 

5) Altın takımın altın forması



4) Ronaldinho'nun tarihler yazdığı forma



3) Formaya bakınca akıllara Iniesta ve Chelsea geliyor



2) Rönesans tablosu gibisin <3 Mafya giyse üzerinde sırıtmaz (1981)



1) 100 yıl.








15 Eylül 2016 Perşembe

GIUSEPPE MEAZZA


Giuseppe Meazza denildiğinde akla gelen ilk şey sadece bir stadyum ismi olur. Ancak bu adamın hikayesi bir stada sığacak kadar ufak bir hikaye değildir. Öyle ki ilk kez yıldız futbolcu olarak anılan, sigara, içki içmesine izin verilen hatta genelevden geç çıktığı için maçlara geç kalan bir adamdan bahsedeceğim sizlere.

1910 Ağustos'unda dünyaya gelen Giuseppe, 13 yaşına geldiğinde Türkiye'de Cumhuriyet ilan edildiği yıl Milan altyapısına yazılmak ister. Fakat pek çelimsiz olan bu genç Milan tarafından reddedilir ve her metrekaresini ezbere bildiği sokak sahasına geri döner. Nitekim bu kaldırımlarda top koştururken yeteneğinin farkına varan bir takım olacaktır: Inter. Çelimsiz vücudunu güçlendirmek için kendisine bir program hazırlanır. İyi beslenmeyle birlikte yağız bir delikanlı olur Meazza.

Küçüktüm ufacıktım top oynadım naraları atarak İnter takımına girer. Çaylak yıllarını defansın bel kemiği olarak geçirir İnter'de. Daha sonra içindeki bitirici yeteneği farkeden antrenörler onu forvet hattına taşımaya karar verirler. Bu karar da kimilerine göre gelmiş geçmiş en büyük İtalyan futbolcu olarak gösterilen Giuseppe Meazza'nın kapısını sonuna kadar aralar. 1928'de henüz 18 yaşındayken Pistoisa ve Verona ağlarına beşer gol bırakır. Böylece Meazza, İtalya futbolunda önemli bir yer edineceğini genç yaşta belli etmiştir.

 
1929-1930 İtalya'da Seri A'nın ilk sezonudur. İnter'deki ilk şampiyonluğun sevincini de aynı sene tadacaktır Giuseppe. 29 maçta 38 gol atarak bir de gol kralı olur. Profesyonel ligin ilk şampiyonluğu böylece gelir.

1940 yılına kadar aralıksız oynadığı kulüpte ikinci şampiyonluğu ise 1937-38 sezonunda görmüştür. 1935-36'da 25; 1937-38 sezonunda 20 gol ile gol kralı olmuştur.

Meazza, Inter formasıyla çıktığı 361 lig maçında rakip ağları tam 243 kez havalandırdı. Kulüp kariyerinin yanı sıra kariyeri boyunca çıktığı 53 milli maçta 39 gol atan Meazza, bu maçların sadece 6 tanesini kaybetmiş, 1934 ve 1938 Dünya Kupaları'nı üst üste kazanan tek Avrupa Takımı olan İtalya'nın önder futbolcusu olmuştur.




Tüm bu görkemli kariyerini bir tarafa bırakacak olursak Giuseppe Meazza'nın sigarayla, içkiyle, gece hayatıyla ilişkisi başlı  başına bir destan olarak karşımıza çıkıyor.

Milli takım kamplarında sigara içmek yalnızca ona serbestti. Arsızlığı iyice ele alıp soyunma odasında ya da yedek kulübesinde sigara tellendirmeye kalksa bile kimse kendisine söyleyecek bir söz bulamıyordu. Alkol konusunda da durum pek farklı değildi. Bazı maçlara sarhoş çıktığı anlatılan ama kanıtlanmadığı için rivayet deyip geçeceğimiz biyografik bilgilerden biri. Ama akşamdan kalma olduğu için maçlara son dakikada yetişmesi, hatta maça akşam kaldığı genelevden kalkıp gelmesi bugün bile dillerde olan gerçekliği tartışılmaz hatıratlar.

13 Ekim 1935 yılında Inter-Palermo maçına yarım saat kala Giuseppe Meazza ortalarda yoktur. Uzun uğraşlar sonuncu Meazza'nın evinde uyuduğunu öğrenirler. Uyanmasıydı, diş fırçalamasıydı, yüzünü yıkamasıydı derken Meazza ancak maçın ikinci yarısına yetişir. Herkesin kızgın ve şaşkın bakışları arasında 45 dakikada hattrick yaparak ne kadar taşşaklı bir abimiz olduğunu cümle aleme gösterir.




Meazza'nın kariyeri geçirdiği ağır sakatlık sonrası sekteye uğrar. Sakatlıktan döndükten sonra 1940 yılında Milan'a transfer olur. Bu transfer Milan-Inter rekabetinde iki takım arasında gerçekleştirilen ilk transfer olarak tarihe geçer. Aynı sezon soyunma odasında ağlayarak da olsa maça çıkar ve Inter'e karşı bir gol bulup Milan'ı yenilgiden kurtarır, maç 2-2 biter. 23 maçta 3 gol kaydeder.

1942-43 sezonunda Meazza'nın yeni takımı Juventus olur. Artık kilolu ve ağır bir görüntü sergileyen Meazza eski günlerinde değildir. 1943-44 sezonuna gelindiğinde ise 2.Dünya Savaşı sebebiyle lig iptal edilir. Giuseppe Juventus'tan ayrılır. 1945-46 sezonunda ise Atalanta formasını giyen Meazza 1946'da son kez İnter'e oyuncu-hoca olarak geri döner ve takımını o yıl düşmekten kurtararak ligi 10. sırada bitirmesini sağlar, ayrıca sezonda 2 de gol bulur.


Göklerden gelen bir karar vardır: Efsane futbolcular iyi teknik direktör olamazlar. Maradona, Zico, Hagi, Rijkaard gibi örnekler önümüzdeyken Meazza örneğini de vermek gerekir. Meazza'nın başarılarla dolu kariyerini gölgelemeye yetmesede oldukça başarısız bir teknik direktörlük kariyeri vardır. 



1949'da Meazza, ilk kez ülke dışında görev yaparak Beşiktaş'nın başına geçti. Ocak 1949'da Beşiktaş'ın başına geçen Meazza, takımda 5 ay görev yaptı. Türkiye'de o sezon Doğu Akdeniz Oyunları nedeniyle Milli Küme düzenlenmemişti. İstanbul Ligi ise devam etmekteydi. Meazza'lı Beşiktaş, şampiyonluk iddiasını sonuna kadar sürdürse de Galatasaray'ın 2 puan ardından İstanbul ikincisi oldular. Teknik adam Beşiktaş'ta çok durmasa da Beşiktaş'ta yönettiği Şükrü Gülesin'in SS Lazio'ya, Bülent Aziz Esel'in ise SPAL takımına transferini sağladı.

Hali hazırda iki ezeli rakip Inter ve Milan'ın maçlarına ev sahipliğin yapan stadyuma ismini vermiş olan Giuseppe Meazza, 69. doğum gününe iki gün kala 21 Ağustos 1979'da hayata gözlerini yummuştur.


28 Ekim 2015 Çarşamba

ZİZOU

Yoldan bir insanoğlu çevirip gelmiş geçmiş en iyi 11 futbolcuyu saydırırsanız, yedi ve ya sekizinci sırada Zinedine Zidane ismini duyarsınız. Blog'u ilk açtığımda Zidane'ı ne zaman yazarım diye sormuştum kendime. Çokta uzun sürmedi. Zizou'ya saygı ve şükranlarımı size de efsanenin hayatını sunuyorum.

                                                       

72
23 Haziran 1972 yılında, Cezayir göçmeni bir ailenin oğlu olarak dünyaya gözlerini açtığında, futbol tanrıları Maradona'dan sonra dünya futbol tarihine bir dahi daha yolladıklarının farkındalardı. Marsilya'nın La Castellane sitesi sokaklarında büyürken her çocuk gibi onunda ayağına top değmesi kaçınılmazdı. Çok geçmeden mahallenin futbol takımına, US Saint-Henri'ye dahil oldu. 1986 yılında yetenekli gençleri keşfetmek adına uygulanan bir kursa katıldı. Bileklerine inanılmaz hakim olması, çok hızlı düşünmesi onun keşfedilmesini hızlandıracaktı. Öyle de oldu. Kıvrak bilekleriyle tüm dikkatleri üzerine çeken Zizou, AS Cannes takımı için genç yeteneklerin peşinde koşan Jean Varraud'a ilaç gibi gelmişti. Zidane, hemen Cannes ile antrenmanlara başladı ve beklenildiği gibi 1 hafta içinde profesyonel sözleşme imzaladı. Sayısız zaferler kazandığı profesyonel futbol hayatına henüz 15 yaşındayken adımını atmıştı.

89
16 yaşının sonuna gelmeden boyundan büyük işlere kalkışan Zizou, 20 Mayıs 1989 tarihinde ilk profesyonel maçına çıkar. Rakip Didier Deschamps ve Marcel Desailly gibi kitapları yazılmış efsanelerin forma giydiği Nantes'dır. Tatlı bir tesadüf olsa gerek Zidane ilk resmi golünü 1991 senesinde yine Nantes ile yapılan bir karşılaşmada kaydeder. Aynı yıl Cannes Ligue 2'ye düşerken kalitesini kanıtlamış Zidane, Bordeaux'ya transfer olur. Onun için güzel günler başlamıştır.

ZIZOU'NUN AYAK SESLERİ
Zidane, Bixente Lizarazu, Christophe Dugarry, Ronan Salaün gibi oyuncularla birlikte Bordeaux'da ilk sezonunda 10 gol atarak adından söz ettirir. Tüm bunların yanı sıra Zizou'nun Avrupa'ya kendini tanıtacağı sene 1996'dır. Bordeaux, UEFA kupasına katılmış, Zidane rüzgarı arkasına almıştı. Bordeaux bağıra bağıra finale gidiyor, Zinedine Zidane golleriyle Avrupa'yı mest ediyordu. Real Betis, Milan, Slavia Prag gibi takımlar Bordeaux'a engel olamıyor, Bordeaux finalde karşısında Bayern Münich'i buluyordu. UEFA kupası macerasında Zizou'nun Real Betis'e 42 metreden attığı gol konuşuluyor, Münich karşısında neler yapacağı merak ediliyordu. Lakin çift ayaklı finalin ilk maçında Zidane cezası sebebiyle maçı televizyondan izlemiş, Münich 2-0 kazanırken kafasındaki saçların bir kısmı dökülmüştür. Münich ikinci maçta Zidane'lı Bordeaux'u 3-1 yenip kupaya uzanırken, Zizou artık ülke dışına çıkmanın vaktinin geldiğini anlamıştır.


SİYAH-BEYAZ YILLAR
1996 yazında 36 milyon Fransız Frankı karşılığında Zidane, Juventus'a imza attı. Amacı Bordeaux ve Cannes'la kazanamadığı kupaları Didier Deschamps'lı, Alen Boksic'li, Del Piero'lu Juventus ile kazanmaktı. Nitekim otoriteler şaşmadı, Juventus'a ısındıktan sonra Zidane İtalyan taraftarların sevgilisi haline gelmişti.
Juve ile 2 lig şampiyonluğu, 1 İtalya Süper Kupası, 1 UEFA Süper Kupası ve 1'de UEFA Kıtalararası Şampiyonluğu kazanan Zidane'nın müzesinde hala bir kupa eksikti. O kupa 1997 ve 1998'de üst üste finalde kaybettikleri Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu'ydu. Kupalara doymayan Zizou bu kupa için başka bir serüvene atılmaya hazırdı.



LOS GALACTICOS
Kralın takımı Real Madrid, tarihi boyunca parlayan futbolculara kancasını ilk takan takım olmuştur. 2001 Temmuz'unda 20. yüzyılın en büyük takımı kabul edilen Real Madrid, belki de 20. yüzyılın en büyük futbolcusu Zinedine Zidane ile anlaşmıştı. Madrid'te ki ilk sezonunda 12 gol atmış, henüz ilk sezonunda La Liga ve hayali Şampiyonlar Ligi'ni kazanmıştır. Ancak bu kupa aynı zamanda kazandığı tek Şampiyonlar Ligi kupası olacaktır. Finalde Leverkusen'e attığı gol yıllarca konuşulur. Babanıza Zidane derseniz size sol ayakla vurduğu voleyi ağzı sulanarak anlatacaktır.



2003 yılında Real Madrid belkide tarihin en iyi kadrosunu kurmuştu. Ezeli rakibi Barcelona'dan Luis Figo'yu, Manchester United formasını başarıyla terleten David Beckham'ı ve Brezilya'lı gerçek Ronaldo'yu kadrosuna katmıştı. Ancak para Madrid'e saadet getirmedi. 3 yıl boyunca ne bir kupa ne de şampiyonluk kutlandı Madrid sokaklarında. Doğaüstü sezonlar geçiren, izleyenleri büyüleyen Zinedine Zidane 34 yaşına geldiğinde bayrağı teslim etmenin vaktinin geldiğini söyledi. 2006'da Almanya'da yapılacak Dünya Kupası Zizou'nun son profesyonel maçlarına sahne olacaktı.

FRANSA KAHRAMANI CEZAYİRLİ ZIDANE
Bordeaux'ta gösterdiği başarılı performansının ardından Zidane, Ağustos 94 yılında Çeklere karşı forma giyerek Fransa Milli Takımı'na merhaba dedi. Zidane daha ilk maçında 4 dakikada iki gol atarak bu takımın efsanesi olacağını belli etmişti. EURO 96'da Fransa yarı finalde elenirken, Zizou kariyerinin aksine sönük bir turnuva geçirmişti. Ancak 98'de Fransa'da yapılan Dünya Kupası'nda seyrek saçlı bir adam senelerce konuşulacaktı. Fransa, finalde Brezilya'yı 3-0 mağlup ederken Zidane iki kafa golü atmış, kendini Fransa Cumhurbaşkanı ilan etmişti. O yıl yılın futbolcusu seçildi ve Ballon d'Or ödülüne layık oldu.

                          

2000 yılında, Avrupa Futbol Şampiyonası'nda, Zidane Fransa'yı zafere taşıdı. Ayrıca Fransa Millî Takımı tarihe geçerek üst üste Dünya Kupasını ve Avrupa Futbol Şampiyonası'nı kazanan ilk millî takım oldu. Çeyrek finalde İspanya ve yarı finalde Portekiz'e birer gol attı ve iki yıl aradan sonra yeniden FIFA tarafından yılın en iyi futbolcusu seçildi.

2006 FIFA Dünya Kupası Zidane için Fransa'yla kaptan olarak son turnuvası olduğu için ayrı bir önem taşımaktaydı. İtalya'yla oynanan final maçı Zidane'nın profesyonel kariyerindeki son maçıydı. 7. dakikada penaltıdan, panenka hareketi yaparak şık bir gol atan Zidane, takımını 1-0 öne geçirdi. Ancak maçın uzatma dakikalarında Marco Materazzi'nin göğsüne kafa atarak, hakem tarafından oyun dışı bırakıldı. Olaydan birkaç saniye önce, Materazzi, Zidane'nın formasını fazla çekince, Fransız futbolcu İtalyan futbolcuyla alay edercesine "formamı o kadar çok istiyosan, maçın sonunda veririm" deyince Materazzi "fahişe kız kardeşini tercih ederim" cevabını vermiş, Zidane'da Materazzi'ye öldürücü kafa darbesini vurmuştu. Penaltılarla kupayı kazanan İtalya olmasına rağmen turnuvanın en iyi futbolcusu Zinedine Zidane seçilmişti.  



ENZO...

Bu kadar ünlü ve başarılı bir futbolcunun kendine kimleri örnek olduğu veya kimlere hayranlık duyduğu merak edilir. Zidane'nin taptığı kişi Enzo Francescoli. Marsilya'da bir zamanlar forma giyen orta saha oyuncusu Zidane'nın küçüklüğünden bu yana en büyük kahramanı. odasını süsleyen posterlerden çocuğuna dek bir çok yerde Francescoli'ye rastlamak mümkün. En büyük oğlunun isminin Enzo olması tesadüf değil. 1996'da Zidane en büyük hayalini gerçekleştiriyor. Juventus'la katıldıkları Kıtalararası Kupası'nda River Plate ile karşılaşmaları bu olanağı sağlıyor. Çünkü River Plate'ın başında Enzo Francescoli. Juventus karşılaşmayı kazanıyor ve Zidane hayatının en zor maçlarından birisini oynuyor.


HİÇBİR ZAMAN SIRADAN OLMADI
Futbolun asla sadece futbol olmadığı son dönemin adamıdır. Kaldı ki sahadaki duruşu ve ait olduğu ve yansıttığı kültür, birinin efsane olarak anılması için çok önemli iki faktördür. Fundamental'in futboldaki kelime karşılığıdır. Topla ne kadar zarif olunur, saha ne kadar güzel görünür; ne kadar estetik pas verilir, ne kadar şık çalım atılır uygulamalı olarak göstermiştir. Zizou'yu sıradan göstermeye çalışanlar olacaktır. Siz onları kafanıza takmayın Zizou'nun sevdası onlardan çok daha büyüktür.

                                                       

9 Ekim 2015 Cuma

Kazasız Belasız

Belgrad'da yapılan ilk maçta Sırbistan - Arnavutluk milli takımları arasında çıkan sürtüşmeler akıllarda yerini koruyor. Arnavut taraftarların Partizan Stadı'na yolladığı Büyük Arnavutluk bayraklı dron bomba gibi düşmüş, sahaya giren Sırp taraftarlar Arnavut futbolculara fiziksel darbelere dayanan temaslarda bulunmuştu. Arnavut bayrağını indiren Sırp futbolcular ortamın daha fazla gerilmesini önlemek için taraftarlara sakinleşmeleri çağrısında bulunmuş lakin Arnavut futbolcular zar zor taraftarların gazabından kaçmıştı. 

Dün gece oynanan maçtan evvel Sırp taraftarların stada gelmesi yasaklanmış, Sırbistan Başbakanı'nı tehdit etmekle suçlanan ve üstünde ruhsatsız silah bulundurduğu iddia edilen İsmail Morina tutuklanmıştı. İsmail Morina ilk maçta üstünde Arnavut Bayrağı'nı taşıyan Dron'u sahaya yollayan taraftar olduğu için, tutuklanması Arnavut taraftarlarca tepki almıştı. Hatta bazı Arnavut milliyetçileri olaya farklı bir boyut kazandırıp "Ya Morina serbest kalır ya da Sırp futbolculara saldırırız" diyecek kadar ileri gitmişlerdi.

Sırbistan Milli Futbol Takımı Arnavutluk'a geldiğinde Arnavut taraftarlar onları karşılamak için hazır kıta bekliyordu. Çok yoğun güvenlik önlemlerine rağmen Arnavut polisi kızgın taraftarlara önlem alamadı ve Sırbistan takım otobüsü taşlanmalara maruz kaldı. Arnavut yetkililer taşın 14 yaşındaki bir çocuk tarafından atıldığını söylese de gerçek hiçte öyle değildi. Arnavutlar maça değil adeta savaşa hazırlanıyorlardı. Arnavut polisi maça Kosova bayrağı ile gelen taraftarlardan bayrakları topladı. Stadın çevresindeki sokaklar trafiğe kapatıldı. Sırp futbolculara güvende olduklarını hissettirmek için her şey yapıldı Elbasan Arena çevresinde. Arnavutluk'ta bahis büroları dahi Sırbistan adını duymak istemiyor, Sırbistan lehine bahis yapılmasına bile izin vermiyorlardı.


İŞİN SPORTİF BOYUTU
Bunca sorunun içinde işin bir de sportif tarafından bakabilecek olursak, Arnavutluk bu kadar yaklaştığı Euro 2016'ya elveda dememek için gerektiğince sakin oynamak zorundaydı. Elbasan Arena siyasi olarak en mühim maça ev sahipliği yaparken sportif anlamda da tarihi bir maçı ağırlayacaktı. 12800 kapasiteli stadın tamamı dolmuştu. Onbinlerce taraftar maçı dışardan takip etmek için stadın çevresine doluşmuştu. Arnavut polisler eğitimli köpeklerle stadı kontrol etti. Ve tarihi maç için Elbasan Arena, Arnavut taraftarlar, Sırp futbolcular, deyim yerindeyse yüzbinler 2014 Dünya Kupası Final'ini de yöneten Nicola Rizzoli'nin düdüğünü bekliyordu.

Sırp Milli Marşı'ndan itibaren başlayan ıslıklamalar, Sırpların her ayağına gelen topta devam etti. Arnavut taraftarların uğultuları Sırp futbolcuları baskı altına almaya başlamış olacak ki maçın hemen başında Milivojevic sarı kartı görmüştü. Ancak kazanmaktan başka çaresi olmayan Sırplar toparlanmış 36. dakikada golü bulmuş fakat kaleciye faul sebebiyle gol netice kazanamamıştı. Maçın ilk yarısı Arnavut taraftarlarının aksine sessiz sakin 0-0 sona ermişti.


SIRBİSTAN SESSİZ VE DERİNDEN 
Maçın ikinci yarısı başlarken tecrübeli Sırp futbolcular olaya hakim bir şekilde oyunun kontrolünü ele geçirmişlerdi. Oyunu kendi sahasında kabullenen Arnavutlar kontrataklarla skor bulmaya çalışırken 60. dakikada çok ciddi bir pozisyonla Sırbistan kalesine geldi fakat Sırplar şanslıydı. Gol gelmedi. Arnavutların sert oyunu Sırp futbolcuları zorlarken henüz 73. dakikada Sırbistan'ın iki oyuncusu zorunlu değişmiş, yapılan Matic - Fejsa değişikliği ile oyuncu değiştirme hakları dolmuştu. 79. dakikada Kolarov'un müthiş frikiği direğin hemen yanında dışarı çıkmış, Arnavut taraftarlar derin bir nefes almıştı. Ancak Arnavutların refahı pek uzun sürmeyecek, 90. dakikada Kolarov, 93. dakikada Adem Ljajic'in gollerine engel olamayacaklardı. Rizzoli son düdüğü çaldığında Sırplar savaştan 2-0 galip çıkmış, Arnavut taraftarların gözleri önünde zaferlerini kutluyorlardı.

YİNE DE FUTBOL FUTBOLDUR
Kavgaların, çekişmelerin ardından bir tarihi maç daha sona erdi. İyi yönünden bakmak gerek futbola. Bir kazanan bir kaybeden olacak her zaman. Shankly amcamızın dediği gibi "Futbol bir hayat memat meselesi değildir. Sizi temin ediyorum ki futbol bundan çok daha ciddi bir şeydir." Eğer nefes alınan bir yaşam alanı varsa bu alanda bir topun peşinde koşan 22 adam olmalıdır. Bugün Arnavutluk - Sırbistan yarın Fenerbahçe - Galatasaray maçları olup bitecektir. Rekabet sahada kaldığı sürece yaşasın futbol yaşasın taraftarlar!

20 Eylül 2015 Pazar

Kumdan Kale Mucizesi

Liglerde 1991-1992 sezonu bitmiş, o yıl Avrupa Şampiyonası'na katılamayacak olan Danimarkalı futbolcular güzel dünyanın güzide tatil beldelerinde tatil yapmaya başlamışlardı. Ancak tatil planlarını iptal edecek bir habere bu kadar sevinecekleri hiçbirinin aklına gelmezdi.

O dönem sekiz takımla düzenlenen turnuvaya katılma hakkı elde eden ancak ülkede çıkan iç savaş ve bölünme süreci nedeniyle turnuvadan çekilen Yugoslavya'nın yerine, eleme gruplarında Yugoslavya'nın ardından ikinci sırada yer alan Danimarka turnuvaya davet edilmişti.

İsveç'te yapılan 1992 Avrupa Şampiyonası'nın destanı burada yazılmaya başlamıştı. Danimarka Milli Takımı oyuncuları apar topar plajlardan toplandı. Danimarka futbolunda ismi altın harflerle yazılı olan Michael Laudrup, o zaman ki Milli Takım hocası olan Richard Møller Nielsen'in oyun sistemini beğenmemiş yahut denizden, plajlardan kopmak istememiş olacak ki takımla şampiyonaya gelmeyi reddetmişti.

Yalnızca televizyondan izleyebilecekleri şampiyonada artık onların da söyleyecekleri vardı! 


İSVEÇ,İNGİLTERE,FRANSA...
Danimarka, Şampiyonaya geldiği için şanslı, ölüm grubuna düştüğü için oldukça şanssızdı. Ölüm grubu dediğime bakmayın zaten iki grup vardı ve yalnızca 8 takım kupa için mücadele edecekti.

İlk tur grupta İngiltere'yle 0-0 berabere kalan Danimarka, önce İsveç'e 2-1 yenilmiş grubun son maçında ise Fransa'yı 2-1 yenmeyi başarmıştı. Peter Schmeichel, Flemming Povlsen, Henrik Larsen gibi yıldızlara sahip Danimarka gruptan çıkarak ilk sürprizine imza atmıştı.

Danimarka grupta ikinci olmuş ve çapraz eşleşmeyle Van Basten'li, Koeman'lı, Bergkamp'lı Hollanda'nın rakibi olmuştu. Formaların sırtında isim yazılı olan ilk turnuva olan şampiyonada ismini alemlere tanıtmak isteyen bir Danimarkalı sahneye çıkmıştı, Henrik Larsen...

Larsen, Hollanda ağlarına 2 gol yollamış Danimarka penaltılarla Hollanda'yı saf dışı ederek finale yükselmişti.

Plajda kumdan kale yapan Danimarkalı futbolcuların kupaya uzanmak için şimdi gerçek kalelere ihtiyaçları vardı.


Futbol otoritelerine göre Danimarka'nın finalde, yıldızlar topluluğu Almanya'ya karşı şansı yoktu. 26 Haziran 1992 günü Vikingler, Larsen ve Vilfort'un attığı gollerle Almanya'yı 2-0 mağlup edip kupaya uzanırken bu anı yaşayan milyonlarca futbol severe çocuklarına hatta torunlarına anlatacak bir hatıra bırakmıştı.

Tarih yazan Vikingler, yıllarca konuşulacak bir turnuvayı kazanıp, tatillerine boyunlarındaki madalya ile daha derin denizlerde devam edeceklerdi...


18 Eylül 2015 Cuma

Bir Hayal Efsane Yaratır Mı?

Eğer bir gün bu soruyla karşılaşırsanız, cevabının şüphesiz "evet" olmasının sebebi olacak anlatacaklarım.

İskoçya tarihinin yüz akı, Liverpool efsanesinin mimarı, kırmızıya aşık bir dahi  Bill Shankly...
Her futbol efsanesinin keşfedilme hikayesi vardır. Bill'in ki biraz daha dramatik. Daha 14 yaşındayken ailenin geçimini sağlamakta zorlanan babasının yanında madenin dibinde çalışmaya başlar. Paydos ıslığını duyduğu an çalışma arkadaşlarıyla futbola kaptırır kendini.

Futbolun hayatın kendisi olduğunu o zamanlar idrak eder ve 4-5 yıl içinde profesyonel olmaya karar verir. 1932 yılında Carlisle United kulübü ile profesyonel sözleşme imzalar. Olağanüstü geçen bir sezonun ardından İngiltere'nin ilk namağlup şampiyonu olan Preston'a transfer olur. 1939 yılında takımıyla Federasyon Kupası kazanan Bill, İskoçya Milli Takımı'nın da formasını giymeye başlar. Ancak hayatın zorlukları Bill'in peşini bırakmaz. 1913 Yılında savaşa doğan Bill, İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla kariyerine ara verir. 8 yıl sonra futbola döndüğünde eski gücünde değildir ve futbolu bırakır. Dünya futboluna damga vuracak bu adamın hikayesi aslında burada başlar.

SÜREKLİ DAHA YÜKSEĞE
Profesyonel antrenörlük kariyeri de futbolculukta olduğu gibi Carlisle'de başlar. Grimsby, Workington deneyimlerinden sonra Huddersfield'in başına gelir. Takımda henüz 16 yaşında olan Dennis Law'ı keşfeder ve 110 bin sterline Manchester United'a yollar. Shankly'nin başarıya olan açlığı ve önlenemez hırsı o zaman ki Liverpool başkanı T.V. Williams'ın dikkatini çeker.
1959 yılında Liverpool ikinci lige düşmüş, kurtarıcısını arayan bir takım görünümüne bürünmüştür.
Ve Bill Shankly efsanesi 1959 yılında resmen Liverpool'un başına geçer.

LIVERPOOL'UN DÖNÜM NOKTASI
İngiltere'nin en büyük işçi kentlerinden olan Liverpool, kendi ruhuna uygun bir hoca ile çalışacaktır. Liverpool futbol kulübü, liman işçileri tarafından kurulmuştu ve Shankly, eski bir maden işçisiydi. İskoç menajer, tam anlamıyla bir enkaz devralmıştı. Yeni takımın çoğu işe yaramaz futbolculardan oluşan geniş ve hantal bir yapısı,tel tel dökülen stadı ve içler acısı antreman tesisleri vardı. Tek avantajı, Bob Paisley, Joe Fagan ve Reuben Bennet gibi tecrübeli ve yetenekli isimlerden oluşan teknik kadro yapısına sahip olmasıydı. Eksik olan Shankly idi ve aradıkları katalizörü bulmuşlardı. Kulüpte yapılan ağır ama etkili değişimler sonucu takımın stadı Anfield Road, değişimle birlikte her maça 40 bin kişilik taraftar grubu çekmeye başlamıştı.


Melwood'daki antrenman tesisleri yenilenmiş ve dünya çapında bir merkez haline getirilmişti. Takım, 1962 yılında şampiyonluğu kazanıp birinci lige çıkmaya hak kazanmıştı. Shankly ilk senesinde takımı ligde tuttu asıl amacının Everton'un elinde olan başarı ünvanlarını aşması gerektiğini biliyordu.

1964 yılında Liverpool'u şampiyon yaptığında, birinci lige çıkalı sadece 2 sene olmuştu ve bu tarihte ilk defa oluyordu. Üstelik Everton taraftarlarını da etkilemişti. Shankly, hem kulübü hem de takımı baştan aşağı değiştirmişti.

Madencilik yaptığı günlerde çamur olan sahada neredeyse imkansız olan top sürme yerine bol bol kısa pas yaparak oynuyorlardı. Bunu takımına da uygulamayı başardı. Liverpool'u ayağa kısa paslar yapan, sürekli hareket eden basit bir oyun yapısına kavuşturmuştu. Ayrıca günümüz futbolunda bütün takımların uyguladığı tandem olarak adlandırılan dörtlü defans taktiğini ilk uygulayan kişiydi.

Liverpool'un bir maçında kaleci bacak arasından gol yemiş, devre arası Shankly'nin yanına gidip özür dilemiş; "Hocam benim hatam bacaklarımı kapatmalıydım" demiştir. Shankly'nin cevabı ise yıllarca konuşulur: "Sen değil oğlum annen bacaklarını kapatmalıydı."


Fanatik taraftarların bulunduğu “Kop” tribünü adlı kale arkası, çıkış tünelinin üstüne “This Is Anfield” yazdıran Shankly’ye adeta aşıktı. Tribünleri bir amigo gibi yöneten Shankly, bir hareketiyle tribünleri susturuyor, atkısını sallamasıyla tribünleri coşturuyordu. İskoç teknik adam, taraftar gibi düşünüyor onların ne hissettiğini çok iyi anlıyordu. Bir defasında, Anfield Road’da şampiyonluk turu atarlarken bir çocuğun kendisine attığı atkıyı yakalayamayan Shankly, onu ayağıyla kenara atan bir polise "Bu senin için basit bir atkı olabilir ama o çocuğun hayatı" diyerek atkıyı boynuna asmış ve “Kop” tribününü selamlayan pozu daha sonra heykel haline getirilmişti.

Liverpool'un efsanevi forması da Shankly'nin eseridir. Bir Avrupa Kupası maçı öncesinde savunmanın belkemiği Ron Yeats'in kırmızılar içinde devasa görüneceğinden hareketle şortu daha önceden beyaz olan formayı kıpkırmızı yapar. Bu düşüncesi işe yarayacak olmalı ki 1973 yılında UEFA Kupası’nı takımın müzesine çekilir.

Bill bu muhteşem yılların ardından 1973 yılında kariyerini sonlandırır. Bu harika adam, 28 Eylül 1981'de 68 yaşında vefat ettiğinde bütün şehrin ağladığı bilinir.


                                       HE MADE THE PEOPLE HAPPY


-Liverpool şehrinin iki büyük takımı var. Biri Liverpool, diğeri de Liverpool'un yedekleri.

-Birinciysen birincisindir, ikinciysen hiçbir şey.

-Futbol kesinlikle hayat memat meselesi değildir, ondan çok daha önemlidir.

-Hakemlerin sorunu nedir biliyor musunuz? Kuralları biliyorlar ama futboldan anlamıyorlar.

-Topla ne yapman konusunda kararsız isen golü at, alternatiflerini ben maçtan sonra söylerim.

-Everton bahçemde oynasa, perdeleri kapatırım.

                                                                                                        BİLL SHANKLY


17 Eylül 2015 Perşembe

Her işin ilki aşırı derecede amatörce yapılır ve ciddi anlamda kötü sonuçlanır. Dolayısıyla ilk paylaşımı burada bitiriyorum.